Açılışı bir bardak fondiple yapmak biraz afallatmıştı Joyce'u. Yine de ihtiyacı olan şey buydu. Hafifmeşrep davranışlar konusunda önyargısı yoktu; ama bir öğlen vakti damarlarında sadece kahve dolaşırken fazla cüretkar davranabileceğinden emin değilim. O da kendine güvenmediği için elindeki viskiden destek alıyordu. Küçük yudumlarla viskiyi damarlarındaki kana ilave ederken barmenin hiç konuşmadan bardakların tozunu alışını, usulca doldurduğu kadehleri, aklından geçen binbir düşünceyi izledi. Sarhoşlar, birbirlerine ayak üstü bir posta atma derecesine gelenler, parasıyla var olanlar... Tozu dumana katan şımarık yıldızların tozunu yutanlardı barmenler. Öyle çok şey biliyorlardı ki.. İstemeden tanık oldukları olayları bir basın açıklamasıyla anlatmaya kalksalar camiadan silinenlerin sayısı yıldızlar kaldırımının uzunluğunu dahi geçerdi. Joy bu konuda bir nebze şanslıydı. Fazla göz önünde değildi. İleride senaryo yazma işine de girişse, ön planda olan oyuncuları olacaktı. O ise istediği zaman bu şatafatın ekmeğini yiyip istediğinde bir adım geriden göz kamaştıran bu alemi izleyebilirdi. Tabii senaristlik kısa vadede planları içinde yoktu. Belki kırışıp buruştuğunda başvurabileceği bir son seçenek olabilirdi. Başından bu kötü düşünceleri kovmaya çalıştı. Formdan düşmek de nereden çıkmıştı şimdi. Zaten bu saçma düşünceleri Joseph'in dayanılmaz dokunuşlarıyla unuttu. Yanağına koyduğu elini boynuna doğru indirirken dudakları çapkınca kıvrılarak "Nasıl anlamak istiyorsan öyle." dedi. Genç adam, joy'un boynunda kısa süre gezdirdiği elini ensesine koydu ve hafifçe ona doğru ilerledi. Bu kadar çok insanın arasında yapılması gereken basit şey dudağını kulağına yaklaştırıp bir şeyler söylemesi olurdu; fakat ne Joy kendini geri çekebilecek iradeye sahip görüyordu ne de Joseph birilerinden çekinecek kadar zayıftı. Zaten pusuya yatmış olan magazinciler bu anın her saniyesini kayıt altına almak için deklanşörlerine basmaya başlamışlardı bile. "Kokun; hala hatırladığım gibi." Bu sözler üzerine içinde filizlenen küçücük tereddütü de göz ardı eden Joyce, gözlerini kapatarak kendini o anın büyüsüne bırakmayı tercih etti. Sabırsız bir şekilde dudaklarını birleştirerek o çok özlediği hissin tadını çıkarmaya bıraktı kendini. Yoğun bir döneme girmişti bir süre önce. İmza günlerinin arkası kesilmiyor, şehir dışı seyahatlerini sıklaştırarak yapıyordu. Joseph'in ise albüm hazırlıkları, konserler derken aynı şehirde vakit geçirdikleri zamanlar geride kalır olmuştu. Bu süre zarfında tabi ki bazı kaçamaklar yaşamışlardı başkalarıyla; ama bu farklıydı. Joseph'e dokunmak başkaydı. Onun teni farklı, bakışları daha yakıcıydı... Yaşadıkları bu sert ve uzun öpüşme de bunun bir göstergesiydi. Joy'un kenetlenmesi için dua ettiği dudakları birbirinden ayrıldığında, uzaklaşmadı. Hâlâ birbirlerinin kalp atışlarını, nefes alış-verişlerini duyabilecekleri bir mesafedeydiler. Joyce etraflarında onlarca gazeteci yokmuş da, evde film izlerken yaşadıkları bir öpüşmeymiş gibi davranmak için, viskisini tekrar bir fondip yapıp Joseph'in kulağına fısıldadı. "Teninde hâlâ kokum var. Bunu sevdim Bay McBriant." Ardından yamuk bir gülümseyişle etrafına her şeyin normal olduğunu göstermek istercesine baktı. Biraz da zafer kazanmış bir kadın edasıyla baktı; ama o kısım sadece Joseph'in hayranları tarafından farkedilmişti.